Misyonerliğin yeni yüzü

MODERN DÜNYADA MİSYONERLİĞİN YENİ YÜZÜ : "DİNLER ARASI DİYALOG"

Dinler arası diyalog; farklı dinlere ve kültürlere mensup insanların bir araya gelip, birbirlerine kendi görüşlerini empoze etmeden, birbirlerini kandırmadan çeşitli konularda bilgi alış verişinde bulunmaları, yaşanan sorunlara birlikte çözüm aramaya çalışmalarıdır. Böyle bir diyalog, insanî ve ahlakîdir; insana yaraşır bir davranış biçimidir.

Farklı dine, kültüre ve dünya görüşüne sahip insanların birbirleriyle münasebet kurmaları ilk defa günümüzde gerçekleşmiş değildir. Tarihte Müslümanlarla Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında zaman zaman olumlu münasebetler kurulmuştur. Çeşitli zamanlarda ve mekanlarda üç dinin mensupları bir araya gelmiş ve birbirlerini kırmadan dinî tartışmalarda bulunmuşlardır. Tarih kitaplarında bunların örnekleri anlatılmaktadır. Fakat bu diyalog faaliyetleri günümüzde olduğu gibi sistemli bir şekilde yürütülmemiştir.

Sistemli bir faaliyet olarak dinler arası diyalogun kaynağı Hıristiyan Katoliklerdir. Katolikler, 1962-1965 yılları arasında üç yıl devam eden II. Vatikan Konsülü’nde Hıristiyanlık dışındaki dinlerin mensuplarıyla diyaloga girilmesini kararlaştırmışlardır. Bu Konsülde, başta Yahudiler ve Müslümanlar olmak üzere Hindulardan, Budistlerden ve diğer dinlerin mensuplarından saygıyla bahsetmişler ve onların inançlarını Hıristiyanlık açısından övmüşlerdir. Ayrıca, diğer dinlere ve mensuplarına saygıyla yaklaşılması, onlarla diyaloga girilmesi konusunda Hıristiyanlara tavsiyelerde bulunmuşlardır. Katolikler, dinler arası diyalogu gerçekleştirmek için çeşitli birimler oluşturmuşlar ve uzmanlar yetiştirmişlerdir. Günümüzde Katolik Hıristiyanlar bu birimler ve uzmanlar vasıtasıyla dünyanın her yerinde diyalog girişiminde bulunmaktadırlar. Fakat, Hıristiyanların geçmişteki misyonerlik faaliyetlerini unutmayan diğer dinlerin mensupları, Katoliklerin bu girişimlerini şüpheyle karşılamaktadırlar. Bunun bir misyonerlik oyunu olmasından endişe duymaktadırlar.

Protestan Hıristiyanlar, Hıristiyanlığın dışında başka bir dinin varlığını kabullenmenin İncilin ruhuna ters düşeceğine inandıkları için, bazı gruplar dışında, dinler arası diyalog faaliyetlerine katılmazlar. İsa Mesih'in tekrar yeryüzüne gelip Tanrı Krallığını kurması için herkesin Hıristiyanlaştırılması gerektiğine inanan Protestanlar, her türlü imkanı ve yolu kullanarak  dünyanın dört bucağında geleneksel misyonerlik faaliyetlerini sürdürmektedirler. Bunlardan bazıları, Türkiye'de Mesih İnanlıları adı altında misyonerlik yapmaktadır. Ortodoks Hıristiyanlar ise milli Kiliseler etrafında teşkilatlandıklarından, bazı istisnaları dışında, Katolikler gibi diyalog girişiminde bulunmazlar.

Protestanlardan ve Ortodokslardan farklı olarak Katolik Hıristiyanların diğer dinlerin mensuplarıyla niçin diyaloga girme ihtiyacı hissettiklerini anlayabilmek için genel tarihsel sürece bir göz atmakta fayda bulunmaktadır.

Katolik Hıristiyanların Hıristiyanlık dışındaki dinler ve bu dinlerin bağlılarıyla ilgili  yaklaşımları tarihî bir gelişim göstermektedir. Hıristiyan kutsal kitaplarında dinî inancın muhtelif şekillerinden bahsedilmiştir. Fakat Katolik Kilisesi, XV. yüzyılın ortalarına kadar bu inanç şekillerinden ve daha sonra ortaya çıkan dinlerden ciddî şekilde bahsetmeyi gerekli görmemiştir. Bunun nedeni, Katolik Kilisesi'nin diğer Kiliseler gibi Hıristiyanlık'tan başka din tanımamasıdır. Kilise, insanoğlunun dinî tarihinde Yahudiliğe az da olsa yer vermekle birlikte, Hıristiyanlığın çıkışından sonra Yahudilik de dahil olmak üzere hiçbir dini geçerli saymamıştır. Buna bağlı olarak, zamanla, "Kilise dışında kurtuluş yoktur" (Extra Ecclesiam Nulla Salus) öğretisi, Kilisenin resmî öğretisi haline gelmiştir. Kilisenin anlayışına göre,  Hıristiyanlığın dışında kalan sözde dinler kaba ve ilkeldir. Bu dinler, Eski Ahid peygamberlerinin şiddetle reddettikleri dinlerden farklı değildir. Nasıl ki Yahudilik, çevresindeki dinleri ortadan kaldırıp tek din haline gelmişse, Hıristiyanlık da bütün dinleri yutacak ve zamanla Hıristiyanlık dışında hiçbir din kalmayacaktır[1].

Akdeniz'in çevresindeki ülkelerden ibaret küçücük bir dünya tanıyan Katolik Kilisesi, bu dünyada yaşayan insanların İncil'i tanımamaları için hiçbir sebebin bulunmadığına inanmış ve bu inanca bağlı olarak, Kilise dışında kalanların ebedî olarak cehennem ateşiyle cezalandırılacaklarını ilan etmiştir. Fakat, XV. yüzyıldan itibaren başlayan coğrafî keşifler sonucunda dünyanın sadece Akdeniz'in çevresinden ibaret olmadığının anlaşılması üzerine Hıristiyan teologlar, insanlığın kurtuluşuyla ilgili eski görüşleri yeniden gözden geçirmeye başlamışlardır. Çünkü bu keşifler sonucunda, İncil'in ulaşmadığı sayısız putperest topluluklarla karşılaşılmıştır. Kısa zamanda bu toplulukların İncil'le tanıştırılmaları pek mümkün görünmediğinden, bu toplulukların hepsini cehennemlik olarak değerlendirmek, Katolik Hıristiyan ilahiyatçıların vicdanını rahatsız etmiştir. İncil'le tanışmayan bu toplulukların "Tanrı'nın evrensel kurtuluş plânı"ndaki konumu, Katolik Hıristiyan ilahiyatçılar arasında ciddî tartışmalara yol açmıştır[2]. Fakat bu tartışmalar Katolik Hıristiyanların genelini etkilememiş, bir gün bütün dünyanın mutlaka Hıristiyanlaşacağı inancı bütün Hıristiyanlar gibi Katolik Hıristiyanlar arasında da yaygınlığını korumuştur. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Hıristiyan dünyanın güçlenmesi ve zamanla siyasî ve askerî büyük başarılar kazanması, bu inancının çok yakın zamanda gerçeğe dönüşeceği umudunu doğurmuştur. Hatta, 1910'da İskoçya'nın Edinburg kentinde yapılan Dünya Misyonu Konferansı'nda,  Büyük Britanya gibi Hıristiyan ülkelerin Hıristiyan olmayan büyük ülkelere karşı kazandığı zaferlerden doğan taşkınlıkla, bütün dünyanın on yıl içinde Hıristiyanlaşacağı kehanetinde bulunulmuştur[3]. Fakat bu kehanet gerçekleşmediği gibi, II. Dünya Savaşı sonrasında durum ters yönde gelişmiştir. 1949 devriminden sonra Çin uyanmış ve güçlenmiştir. Hindistan, Mahatma Gandhi liderliğinde yürütülen bağımsızlık hareketini 1947 yılında başarıyla sonuçlandırmış ve Büyük Britanya'dan bağımsızlığını kazanmıştır. Ayrıca, diğer sömürge ülkeleri de teker teker bağımsızlıklarını kazanmaya başlamıştır. Bu durum, Katolik misyonerlerin istedikleri gibi hareket etmelerine engel teşkil etmiştir. Bunun dışında, Hindistan gibi bazı ülkeler bağımsızlıktan sonra güç kazanınca, Kuzey Amerika ve Avrupa'ya kültür ihraç etmeye başlamışlardır. Bunun neticesinde, Krişna hareketi gibi modern dinî düşünce akımları, Hıristiyan Batı dünyasında etkisini artırmıştır.

            Sonuç olarak; sömürgeciliğin çöküşü, iletişimdeki devrim ve çoğulcu toplumun doğuşu misyonerliğin geleneksel tarzda yürütülmesini zorlaştırmıştır. Ayrıca bu olaylar, Katolik Kilisesi'ni yüz yüze geldiği ve yakından tanıdığı dinlerin anlamı üzerinde düşünmeye sevk etmiştir. Beşerî ilimler sahasındaki yeni keşifler, dünya nüfusu hakkındaki istatistikî veriler, her türlü misyonerlik çalışmalarına rağmen insanlık tarihinde İsa'yı Tanrı olarak tanıyan ve ona inanan Hıristiyanların çok küçük bir dilimi oluşturduğunu göstermiştir. Bu durum, Hıristiyanlığın diğer dinleri ortadan kaldırıp tek din haline geleceği şeklindeki  Ortaçağ anlayışını da sarsmıştır. Bunun sonucunda, dünyanın diğer dinleri hakkında öncekinden daha şiddetli kelami tartışmalar başlamıştır[4]. Bazı Katolik ilahiyatçılar, Hıristiyanlığın evrensel fıtrat dini olduğu anlayışından hareketle, Hıristiyanlık dışı dinlere mensup olanları "İsimsiz Hıristiyanlar" olarak değerlendirme yoluna gitmiş ve bunlar için kurtuluş reçeteleri hazırlamışlardır. Bunların başında, meşhur Katolik ilahiyatçı Karl Rahner gelmektedir. Karl Rahner, ilk defa Aziz Justin'in (100-163) fikirlerinde görülen "İsimsiz Hıristiyanlar" anlayışını[5] bir öğreti şeklinde geliştirmeye çalışmıştır. O, diğer halkların kültürlerinde ve dinî sistemlerinde yer alan bazı unsurları Mesihî vahyin ürünleri olarak görmüştür. Onun "vaftiz edilmemiş Hıristiyanlar" olarak değerlendirdiği halklar bunları, İsa Mesih aracılığıyla kazanmışlardır. Fakat bu halklar, İsa Mesih'in farkında değildirler. Her ne kadar, tarihle ve İsa Mesih'in geleneğiyle irtibat halinde olmasalar da, yaşamlarında onun sırrını hissetmektedirler. Misyonerler, kendi kültürleri ve dinî sistemleri içinde o halklara İsa Mesih'i tanıtarak onların kurtuluşunu sağlamalıdırlar[6].

Modern dünyada misyonerliğin geleneksel tarzda yürütülmesinin zorluğunu fark eden Katolik Kilisesi, "dinler arası diyalog" kavramını gündeme getirmiştir. Karl Rahner'in anlayışını benimseyen Kilise, dinler arası diyalog anlayışını da bu zemin üzerine oturtmuştur. II. Vatikan Konsülü'nde diğer dinlerin manevî değerlerini kısmen tanıyan Katolik Kilisesi, bu dinlerin mensuplarıyla, onların gizli birer Hıristiyan oldukları anlayışından hareket ederek,  "birbirini tanımak" ve "inancı paylaşmak" için diyaloga girilmesini benimsemiştir. Papa VI. Paul, 6 Ağustos 1964'te ilan ettiği Ecclesiam Suam isimli bildirisinde diyalogdan bahsetmiş ve böylece diyalog kavramı Konsül dokümanlarına girmiştir[7]. Papa VI. Paul bu bildirisinde, Kilisenin içerde ve dışarıda bütün insanlarla diyaloga girmesini ve bunun için daima hazırlıklı olmasını bildirmiştir. Papa, bunun gerekçesini açıklarken, Kilisenin bütün insanlık için olduğunu, dolayısıyla diyalogun bütün insanları kurtuluşa ulaştırma diyalogu olduğunu belirtmiştir. Yani, Papanın anlayışına göre kurtuluş Katolik Kilisesi'nden geçmektedir. İnsanları Katolik Kilisesi'ne yaklaştırabilmek için onlarla diyaloga girilmelidir.

II. Vatikan Konsülü'nde, Papa VI. Paul'un bu bildirisi çerçevesinde misyonerlik ve diyalog birbirini tamamlayacak şekilde ele alınmıştır. Buna göre Katolik Kilisesi, bütün din mensuplarıyla ve diğer Hıristiyanlarla diyaloga girmek durumundadır[8]. Katolikler; gerçek, doğru, kutsal ve sevgiye layık her şeyin ilan edilmesi ve açıklanması hususunda bütün iyi niyetli insanlarla işbirliği konusunda faal olmalıdırlar. Onlarla diyaloga girmeli ve onlara anlayış ve nezaketle yaklaşmalıdırlar. Çünkü Katolikler, İncil'in çizgisine yakın bütün kurumları ıslah etmenin yollarını araştırmak konumundadırlar[9].

            Katolik Kilisesi, II. Vatikan Konsülü sonrasında misyonerlikle diyalog arasındaki ilişkiyi, Papalık bildirilerinde[10] ve Papalık Dinlerarası Diyalog Konsülü'nün (Pontifical Council for Interreligious Dialogue) hazırladığı dokümanlarda Hıristiyanlığın ilkeleri açısından temellendirerek ortaya koymuştur. Papalık Dinlerarası Diyalog Konsülü ile Halkların Hıristiyanlaştırılması Kongregasyonu'nun (Congregation for the Evangelization of Peoples) birlikte hazırladığı ve 1991'de yayınlanan Dialogue and Proclamation isimli dokümanda, diyalog, misyon ve kurtuluş arasındaki ilişki net bir şekilde ortaya konmuştur. Bu dokümanda, II. Vatikan Konsülü dokümanlarına atıflarda bulunularak, Katolik Kilisesi'nin diğer dinî geleneklere olumlu baktığı, onlarda ilahî vahyin tesirlerinin bulunduğunu kabul ettiği belirtilmektir. Ancak, ilahî vahyin tesirlerini taşıyan bu unsurların İsa Mesih'te tamamlanması gerekmektedir. Bu da, Kilisenin misyonerlik faaliyetlerini sürdürmesini gerektirmektedir[11].

            Dokümanda, Kilisenin İncil'i yayma görevinde dinler arası diyalogun yeri izah edilirken, diyalog ile "insanların kurtuluşu" arasında bağlantı kurulmaktadır. Dokümana göre, Tanrı tüm insanların kurtuluşunu plânladığı için Katolik Kilisesi, herkesle diyaloga girmek ve onların ihtidasını sağlamak zorundadır. Çünkü Kilise, kurtuluşun evrensel aracısıdır[12]. Papa II. John Paul de, dinler arası diyalogun Kilisenin insanları dinlerinden döndürme (evangelizasyon) görevinin bir parçası olduğunu belirtmiştir[13].

Netice olarak Katolik Kilisesi, dinler arası diyalogu insanları Hıristiyanlaştırma faaliyetlerinde bir metot olarak kullandığını açıkça belirtmekten çekinmemiştir. Bugün diyalog, Katolik misyonerlerin öne çıkardığı ve önem verdiği misyonerlik metotlarından biridir. Katolik misyonerler bu metot sayesinde, faaliyetlerini ilgili ülkelerin ve halkların nazarında meşruluk kazandırmaya çalışmaktadırlar. Geçmişte yaşanan olumsuz olayları unutmayı, bugüne taşımamayı tavsiye eden Katolikler,  çeşitli dinlere mensup insanların bir araya gelip ortak problemlere birlikte çözüm aramaları gerektiğini ileri sürerek barışçıl ve iyi niyetli bir tavır sergilemeye çalışmaktadırlar. Diyalog çağrıları vasıtasıyla faaliyetlerine meşruluk kazandırmaya çalışan Katolik misyonerler, Hıristiyanlığı yaymak istedikleri ülkedeki insanların dinî inançlarını, siyasî, kültürel ve ekonomik problemlerini tespit ederek ona göre misyonerlik yöntemleri belirlemektedirler. Bu yöntemlerden biri inkültürasyondur.

Terim olarak inanç-kültür uzlaşması anlamına gelen inkültürasyon, İncil'in mesajını dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan halkların kültürlerine uygun hale getirme faaliyetidir. Katolik misyonerler, diyalog ve diğer metotlar vasıtasıyla, Hıristiyan öğretilerinin yayılacağı ülkenin kültür yapısı üzerinde önce bir inceleme yapmaktadırlar. Bu incelemedeki amaç, o kültürdeki unsurlarla Hıristiyanlık arasında benzerlik kurabilmektir. Benzerlik kurulduktan sonra, Hıristiyanlığın o kültürle nasıl uzlaştırılacağının tespiti yapılmaktadır. Örneğin, Müslüman kültüründe Hz. İsa ile ilgili bir takım inançlar vardır. Müslümanlar, Hz. İsa’nın bir peygamber olduğuna inanır ve onun annesi Meryem’e saygı gösterirler. Müslüman inancına göre İsa, Allah’ın Meryem’in rahmine ruhundan üflemesiyle dünyaya gelmiştir. Yani, İsa’nın beşer bir babası yoktur. Müslüman kültüründe Hıristiyanlık açısından burada eksik olan husus, İsa’nın Allah’ın oğlu bir Tanrı olmasıdır. Bu da, bir şekilde Müslüman kültürüne yerleştirilecektir. Aynı şekilde Katolik misyonerler, Hindu ve Budist inancında da Hıristiyanlıkla benzerlikler bulabilmektedirler.

[1].     W.M.Watt, Modern Dünyada İslam Vahyi, çev: Mehmet S. Aydın, Ankara 1982, sf. 18.

[2].       Bkz. Francis A. Sullivan, Salvation Outside  the Church,  USA 1992, sf. 69; Aylward Shorter, Toward a Theology of Inculturation, USA 1995 (dördüncü baskı), sf. 92-93. Hıristiyan teologlar arasındaki tartışmalar hakkında detaylı bilgi için bkz. Sullivan, sf. 69-81.

[3].       Bkz. Karl-Josef Kuschel, "Dünya Dinleri Parlamentosu", çev: Nevzat Yaşar Aşıkoğlu, Evrensel Bir Ahlâka Doğru, içinde, Gün Yayıncılık, Ankara 1995, sf. 87.

[4].       Bkz. The Christian Faith in the Doctrinal Documents of the Catholic Church, Editör: J. Neuner - J. Dupuis, Collins Liturgical Publications, Gr Britain 1986 (üçüncü baskı) (CFDDCC), sf. 273; Sullivan, sf. 104.

[5].       Bkz. Sullivan, sf. 15.

[6].       Bkz. Shorter, sf. 99.

[7].        Güngör, sf. 128.

[8].        Vatican Consil II, GS, 3, 92

[9].        Bkz. Vatican Consil II, Apostolicam Actuositatem (AA), 14.

[10].      Papalık bildirgelirinde açıklanan misyon ve diyalog ilişkisi için bkz. Güngör, sf. 146-164.

[11].      Bkz. "Dialogue and Proclamation: Reflections and Orientations on Interreligious Dialogue and Proclamation of the Gospel of Jesus Christ", Bulletin No. 77 (1991), Ayrıbasım, Vatican Citiy 1991, sf. 216-217.

[12].      Bkz. Dialogue and Proclamation, sf. 224-227.

[13].      Bkz. Marcello Zago, "Interreligious Dialogue", Following Christ in Mission, sf. 105.

Prof. Dr. Baki Adam

Son Dakika Haberleri
 
Facebook beğen
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol