Siyonist Yahudiler

ABD kurucularından Benjamin Franklin’in, Amerikan kurucu meclisinde 1789 da okuduğu nutku birlikte okuyalım.

“ Birleşik Amerika devleti için büyük bir tehlike mevcuttur. Buda Yahudi’dir.  

   Centilmenler!

   Yahudiler yerleştiği her memlekette normal hayat seviyesini mahvetmişler ve ticari haysiyet derecesini düşürmüşlerdir. Bunlar her zaman yerli milletten uzak durmuşlar ve kaynaşmamışlardır. Bunlar hükümet içinde hükümet meydana getirmişler ve kendilerine mukavemet eden milleti mali bir şekilde boğmaya çalışmışlardır.

   Son günlerde İspanya ve Portekiz hadiseleri de bunu göstermektedir. 1700 seneden fazladır yahudiler sızlanmaktadırlar. Bilhassa yurtsuz kaldıklarını ileri sürüp diğer milletlerden yardım istemektedirler. Fakat efendiler, eğer bugün medeni dünya kendilerine “Filistin” i verirse bir çok yahudi oraya gitmemek için türlü mazeretler uyduracaktır. Bunun sebebi nedir?

 Çünkü vampirler diğer vampirlerin sırtından geçinemezler. İşte bu yahudi vampirler,kendi aralarında ekmek çıkartamazlar, onlar diğer milletlerin, başka dinden olanların ve başka ırktan olanların sırtlarından geçinirler.

   Eğer meclis tarafından yahudiler kovulmazlarsa iki yüz seneden daha kısa bir zaman içinde bunlar memleketimize öyle bir akın yapacaklar ki bize hakim olup bizi mahvedecekler. Bununla da kalmayıp her türlü fedakarlığını yapıp meydana getirdiğimiz Amerika’yı yavaş yavaş değiştirecek ona bambaşka bir şekil ve hüviyet verecekleridir. Eğer yahudileri kovmazsak, iki yüz seneden kısa bir sürede, çocuklarımız ve torunlarımız tarlalarda çalışacak, sevinç içinde kendilerinden geçip ellerini ovuşturan yahudi efendilerini besleyeceklerdir.

   Centilmenler!

   Size hatırlatıyorum,eğer yahudileri kovmazsanız, senelerce sonra torunlarımız büyük babalarına lanet edeceklerdir. Onlar nesillerden beri aramızda yaşadıkları halde Amerikan tefekkür tarzını benimsememişlerdir. Zaten sırtlanın canı çıkar, huyu çıkmaz. Tekrar ediyorum ki yahudiler bu topraklar için tehlikelidir, yahudiler bizim varlığımızı mahvedebilirler. Bunlar kanun yoluyla bu memleketten ihraç edilmelidirler.

 

İngiliz Yahudi Muhabir Chon Oppert’ in itirafına bakalım,

 “Her millet kendisini yurdunun üzerine çekirge yağmuru gibi hücum eden yahudilere karşı müdafaa mecburiyetindedir.”

 

“Beynelmilel Yahudi” eseriyle dikkat çeken büyük sanayici Henri Ford şu ibretli sözü sarf etmişti,

 “En zenginlerinden elli yahudi ortadan kalksa, artık dünyada harp olmaz!” 

 

 

Martin Luther “Yahudiler ve yalanları” isimli kitabında şunu yazmıştır,

 “Yahudiler birbirlerine şöyle söylerler; Biz çalışmayız. Güzel ve rahat gün geçiririz. Melun gayri yahudiler bizim için çalışmak mecburiyetindedirler. Biz paralarını alırız; böylece biz onların efendileri ve onlar bizim kölelerimizdir.”

 

Meşhur mütefekkir Mendelcohn, 1878’ de neşrettiği “Yahudilerde ahlak düşkünlüğü” eserinde şunları yazmıştır,

 “Yahudi dünyanın her tarafına yayılmış olan ve bütün imkanlar ve fırsatlardan şeytanca istifade ederek servet toplayan heyecansız, rahatına düşkün, fesadın bütün inceliklerine malik olan bir unsurdur.”

 

Masonluğu kendilerine basamak ve şerlerine alet yapan yahudi diyor ki;

 “Yahudiler için kuvvetten başka bir hak yoktur. Biz hürriyet kelimesiyle yahudi olmayan milletleri ve onların dinlerini sarstık. Altın, İsrail oğullarınındır, biz bu altın sayesinde demokratlaşmış devletlerde hükümetlere emrederek matbuata ve halk efkarına bu yoldan hakim olduk. Bizim bu hükmümüzü irade ve arzumuz dahilinde yürüten kuvvet farmasonluktur.”

 

Meşhur mason yazar Pikkolo Tigr’ in şu hezeyanlarına bir bakalım,

 “Farmason kardeşlerin muhtelif dini cemiyetlere nüfuz etmeleri ve hatta bu nevi cemiyetleri bizzat kurarak orada bulunmaları lazımdır. Şu şartla ki oralarda din hissi duyulmasın ve kökünden yok edilmek için gayret sarf edilsin. Sürüleri her nerede olursa olsun toplayınız, hatta ufak ibadethanelerde bile. Bunların başına insaniyetperver, saf imanlı ve kolayca aldatılması mümkün hoca ve papazları geçiriniz. Bunlar arasında bulunan büyük kalpli ve temiz yürekli insanların ruhlarına güya tesadüfi olduğu hissini vererek katre katre zehir aşılayınız. Maksat ferdi, aileden uzaklaştırmak ve ahlakın esaslarını kaybettirmektir. Zaten fert kendi karakterinin icabından olarak aile derdinden uzaklaşmak ve men edilen eğlencelere yaklaşmaya meyillidir. O, kahvelerde gevezelik etmeyi, tembelce vakit geçirmeyi tercih eder. Bu gibiler paye ve mevki verilerek elde edilir. Onlara günlük çalışmanın çok üzüntülü olduğunu gayet ihtiyatlı olarak telkin ediniz ve bu gibileri kadın ve çocuklarından ayırarak onlara başka hayatın zevklerini aşılayınız. Esasen insan doğuştan asi ve ihtilalcidir.”

 

Fransız meşrık-i azamının 1923’te yazdığı eserinden aynen alınmıştır,

 “Laik cumhuriyetin menfaatleri için locamız günlük hayata tamamiyle uymalıdır. Din mevzuunu ortadan kaldırmaya çalışmalıyız. Laik gaye ve demokratik terakkiyi hedef tutan diğer yabancı guruplarla dahi farmasonlar birleşebilirler. Bütün halk arasına dağılıp onların mukaddes bildikleri din ve iman hislerini yıkmak için lügatlerde mevcut bütün parlak kelimeler ve riyakarlıklar mubahtır.”

 

1889’da Paris’te toplanan 1. farmason kongresinde şu fikir üzerinde birleşilmiştir,

 “Dinsiz ve Allahsız bir dünya cumhuriyeti kurulması”

 

Komünizmin kurucusu yahudi Karl Marks’ ın 1844’de çıkan beyanatı;

 “Yahudiliğin dünyadaki hikmeti vücudu nedir?

-         Pratik ihtiyaç ve ihtiras,

  Yahudinin dünyevi ibadeti nedir?

-         Madrabazlık ve istismar,

  Onun dünyevi mabudu nedir?

-         Para...”

 

Siyonistler anayasalarının 7. faslında bakın neler yazmışlar;

 “Biz yahudi olmayan milletleri, bütün vüsatiyle çizdiğimiz ve iktitaf etmeğe başladığımız planlara göre harekete mecbur etmeliyiz. Milletler, matbuatın gizlice emir ve irademiz altına girdiğinden habersiz olarak daima bize yardım edecektir. Bütün dünyayı hükmümüz altında bulunduran metotlarımızı şöyle hulasa edebiliriz: Lüzumlu kimselere istediğimiz anlarda suikastlar ve tedhişlerle iktidarımızı göstereceğiz.”

 

Siyonist anayasasının 8. faslında yazılanlara bir bakalım,

 “Düşmanlarımızın ve yahudi olmayan bütün insanların bize karşı istimal edecekleri bütün silahları taklit etmeliyiz. Bazen çok cesurane ve haksız görülebilecek hükümleri ortaya atmaya mecbur olacağımız hallerde, adalet lisanının nükte ve inceliklerinden istifade ederek haklı çıkmaya çalışmalıyız. Bizim idaremiz, muharirler, tecrübeli idareciler, siyaset adamları hulasa kabiliyetli elemanlarla takviye edilmiş olmalıdır. İdaremizin mesul makamlarını, yahudi kardeşlerimize tehlikesizce tevdi edeceğimiz güne kadar, mahiyetleri ve karakterleri kendileriyle halk arasında bir uçurum açmış olan insanlara vereceğiz. Ta ki bu adamlar bize karşı geldikleri takdirde idam sehpalarını boylayacaklarını veyahut sürgünlere ve sefaletlere düçar olacaklarını düşünsünler ve sonuna kadar bize yardımcı olarak başka bir gaye ve emele hizmet etmesinler.”

 

Prof. Alexander Dubrovsky’nin 21 Ağustos 1955’te Ohaio’da verdiği konferanstan alınmıştır.

  İnsanlar, temiz tarihi devirlerde hakiki canavarlar olmadığından, bazı ütopik yahut tamamiyle hayal mahsulü canavarlar hayal etmişlerdir; deniz canavarları, ağzından ateş saçan kanatlı canavarlar, yarı insan yarı hayvan acayip yaratıklar. O zamanlarda insanlar daha modernleşmemiş ve canavarlaşmamıştı. İnsanlar modernleştikçe, sadizm ve ruhi halete dayanan cinayetlerde yavaş yavaş güzel dünyamızın temiz tarihini lekelemeğe başlamıştı. Bu cinayetlerin neticesi, Kurt adam, Drakula, Vampir yahut Frankeştayn gibi efsaneler meydana çıkmaya başladı. Bundan sonra, insan şekline bürünmüş, daha inkişaf etmiş canavarlar fakat bu defa hakiki canavarlar türemeğe başladı. Paris canavarı Landru, Londra canavarı Christie vesaire ...

...fakat asıl asrımızın en çok kan dökecek ve en büyük vahşetleri ifa edecek canavarı Kafkasya da dağlar arasında bir yahudi köyünde doğmuştur. Fırtınalı ve uğursuz bir gecede dünyaya gelen bu yavru canavara annesi Yasef adını koymuştu.

 Eskici olan baba, canavar doğduğu zaman yandaki kasabaya satışa gitmiş, birden çıkan korkunç fırtına yüzünden o gece köyüne gelememişti. Sabaha kadar anne, dünyaya getirdiği mahlukla baş başa kaldı. Çocuğun annesi, çamaşırcılık yapar babası ise aile sanatı olan eskicilikle geçinirdi. Aslen yahudi bir aile idiler fakat işleri daha yolunda gitsin diye sathi bir şekilde Hıristiyan olmuşlar fakat gizli gizli kendi ilahları yehova’ya dua etmekten geri kalmıyorlardı.

Derler ki, bütün dünyadaki yahudi olmayanlardan nefret eden yasef’in annesi, yeni doğurduğu çocukla baş başa kaldığı o fırtınalı gecede, “bütün yeryüzündeki ve gökyüzündeki şeytanlara ve habis ruhlara tapınarak ve yehova’ya yalvararak, yahudi milletinin bütün ezeli intikamlarını almak vazifesinin” bu bebeğe verilmesini dilemişti. Yasef dağlarda hırsızlık yapa yapa büyüyordu. Arkadaşları yasef ismini beceremedikleri için ona josef derlerdi. Josef’in tek geyesi bütün “goyim” lerden azami intikam almaktı. Hırsızlık bu işin sadece başlangıcıydı. Yavaş yavaş anarşist ve ihtilalci teşkilatlara intikal etti fakat en fazla kan dökecek teşkilatı arıyordu ve bir gün bu ihtilalci teşkilatı da buldu. Artık josef, Bolşevik olmuştu. Zaten yahudi arkadaşlarından çoğu bolşevik olmuş ve komünist hareketini yaymaya başlamışlardı.

Yasef’in ailesi sonradan hıristiyan oldukları için kendilerine gürcüce “djugashvili”; Gürcüce “djuga” yahudi demektir, “hvili” ise yavrusu yahut oğlu manasına gelir. Yani kısaca “djugashvili” yahudi oğlu demektir. Joseph Djugashvili, hunharlığı ve sadistliği sayesinde kısa bir zamanda kendisini tanıttı ve zamanla kendisine “çelik adam” Etalin adını taktı ve herkesinde kendisini bu isimle çağırmasını istedi. İşte asrımızın ve daha doğrusu dünya tarihinin en budala ve en hunhar canavarı Joseph Stalin bu şekilde başladı. Nasıl devam edip nasıl geberdiğini herkes bilir.

Son Dakika Haberleri
 
Facebook beğen
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol