AJAN HERBERT 'IN FAALİYETLERİ
“Misyon Cemiyeti’nden Herbert’e tevdî edilen vazife Bektaşi Tarikatını öğrenmek olduğundan benim gibi yetiştirildikten yani Sünniliği dört mezhebe ait bilgileri öğrendikten sonra Konya’ya gönderildi. Herbert, İngilizliğe taban tabana zıt olarak güzel sözlü, şen ve kurnazdı. Rind meşrepliği sever, akşamcılığa bayılır, dünyalığa ehemmiyet vermez, kimse aleyhinde ağzını açmaz, her şeye eyvallah diyerek hoş görür bir adam olduğundan tab’an Bektaşî idi. Şiire meraklı olan Herbert Türkçe, Arapça, Farsça bir çok kasideler, mersiyeler, methiyeler ezberine almıştı. Sırası düştükçe onlardan birini okurdu.
Mr. Herbert’in Müslümanca ismi Muhammed Ali idi. Muhamed Ali her akşam kahvehane ve bozahanelere devam etti. Orada rastladığı adamlarla dost oldu. Çünkü Türkiye’deki meyhanelerde insan bir iki kadeh yuvarladıktan sonra önüne gelenle dost olur. Herbert hemen her gece dostlarına ikramda bulundu ve bu yolda pek çok paralar sarf etti. Başlar bir miktar döndükten sonra Herbert bütün maharet ve dirayetini ortaya koyarak hazırûnun can alacak noktalarına temas eden sözleri sarfına başlar ve akabinde bir iki mersiye okurdu. Herbert’in her hali dostlarının sevgisini çeker, kalplerini kazanırdı. Erenlerden biri “Adına kurban olayım Muhammed Ali imanım sen teb’an canlardansın ham ervahlar arasında yerin yoktur. Noksanın nasip almamaklığındır. Haydi pir evine gidelim. O merasimi de yapalım olsun bitsin, dedi. Oradakiler bu teklifi alkışladı. Herbert (yani Muhammed Ali de) “hay hay gidelim, canıma minnettir ehl-i beyte, al-i aba’ya canım feda” dedi. İki üç gün zarfında usulden olan nevalar dizildi, hediyeler hazırlandı. Mangırlar istif edilerek pir evine gidildi. Ayinler icra olundu. Herbert, tarikatı Bektaşiye’ye intisap etti. Sonraları tarikatta halife derecesine kadar çıktı.
Not: Bu zatın Bektaşi tarikatına girebilmek için gösterdiği bu gayret, sarfettiği para, harcadığı emek dikkat çekicidir. Bir ajan-misyoner nasıl yetiştirilir, nasıl gayesine ulaşmak için engel tanımadan gayret eder bu hadise bize apaçık göstermektedir. Zira Bektaşi tarikatını bozmak aslından ve maksadından uzaklaştırmak, adını kirletmek, halk arasındaki itibarını düşürmek, ancak Bektaşiliğin içine sızmak, bu kimselerle beraber olmak ve onları etkilemekle mümkün olabilir.
Mr. Herbert’in yaptığı da budur. Zira başta da ifade ettiğimiz gibi İngiliz ajanları İslam ülkelerinde;
-Renk ayrımını,
-Kabile ihtilaflarını,
-Arazi ihtilaflarını,
-Dinî ihtilafları,
-Kavmiyetçilik akımlarını körükleme hedefini benimsemişlerdir.
Dinî ihtilafları körükleyebilmek için bu yol takip edilmiştir.
İşte böylece misyoner yetiştirilir. Hindistan’da, Çin’de, Bolucistan’da hatta o çetin Afganistan’da, Afrika’da, Amerika, Avustralya’da ve bu kıtaların en ücra köşelerinde adalarda hülasa dünyanın her noktasında bulunmuş bizim gibi yetiştirilmiş ve oralardaki mezhepleri örf ve adetin, akaidin, âlimi ve şahidi olmuş bir çok zâtın bir araya gelmesiyle husule gelmiş cemiyete Misyon Cemiyeti denir. Bu cemiyetin vazifesi Protestanlığı neşr ve ta’mim etmek, gizli görevleri ise İngiliz siyaset ve menfaatinin temini için keşfiyatta ve teşvikiyatta bulunmaktır.
Mustafa Efendi iyi bil ki ne bir insan ne de bir hükümet hal ve şanını tanımadığı bir arazide ahlak ve adetini bilmediği bir halk ve kabile arasında uzun müddet kalamaz. Çünkü tarihen sabittir ki, körü körüne istila edilen yerlerde çok durulmaz. İngiltere elindeki yerleri pek güzel bildiği gibi istila eyleyeceği kıtaları evvelce taktikle öğrenir. Ondan sonra siyasi vasıtalarla işini hazırlar bir gün de ansızın orayı istila eder ve o kıtaya girdiği zaman bir ecnebi evine değil, kendi hanesine giriyormuş gibi girer. Sizin iyi bilmeniz lazım gelir ki Hz. Muhammed de civar kabile ve hükümetleri araştırmadan geri durmamıştır. Misal olarak derim ki keşif için gerek Hudeybiye Müzakeresi’nin devam ettiği 10 gün zarfında gerekse Bedir vakasından evvel Şam’a adamlar göndermiştir. Fakat İngilizler faydalı şeyleri asla unutup, ihmal etmezler ve ayırım yapmaksızın gelip geçen büyük adamların tavsiyelerine uyarlar. İngilizler soğukkanlıdırlar, hareketleri de yavaştır. Kendilerinden gayrisini beğenmezler fakat her işte evvelce uzun uzadıya düşünülmüş bir program dahilinde hareket ederler ama muvaffak olurlar veya olamazlar ona bir şey diyemem. Emin ol ki yüz sene sonra yapılacak bir işin tertibatı bugünden düşünülmüş, hazırlanmıştır. Bu gibi hizmetlerde Misyon Cemiyeti’nin pek çok gayreti mesbuk olur” dedi.
Bundan 100 küsur yıl evvel bir İngiliz ajanı tarafından sarf edilen bu sözler ibret verici bir hakikatin işaretidir. Nitekim o zaman ekilen tohumlar bu gün meyvelerini vermeye başlamıştır. Yapılan uzun vadeli plan ve programlar çerçevesinde Osmanlı yıkılmış ve Ortadoğu fiilen parçalanmıştır. Bu, meselenin siyasi boyutudur. Bizi asıl ilgilendiren ve daha korkunç olanı ise İslam’a ve İslam’ın temel kurallarına karşı girişilen tahribat ve tahrifat hareketidir ki, bu sinsi plan da maalesef hassasiyetle sahneye konmuş ve kısmen de olsa başarılı olmuştur. İslam dünyasında hadisler ve İslam peygamberinin sünneti meşrep ve mezhep müessesesi ve hatta bizzat Kur’an-ı Kerim’in kendisi tartışılır, münakaşa edilir duruma gelmiştir. İyi bilinmelidir ki bunlar 100 sene, 200 sene önce İngiliz ajanları tarafından ekilen fitne tohumlarının, İslam aleminde verdiği meyvelerdir. Ve maksat başta Türkler olmak üzere Müslüman halkları inandıkları hak dini tahrif etmek suretiyle İslam’dan uzaklaştırmak ve Hıristiyanlaştırmaktır. Bu yolla ülkelerin millî birlikleri de çözülecek ve buraların İngilizlerce sömürülmesi sağlanacaktır.
Bahriye Kaymakamı Mustafa Bey bu noktada konuşmasına şöyle devam ediyor: “Bu hikayeyi dinlerken içimden İngilizlere o kadar bahriyeli küfürler atıyordum ki hiç birinin yakası açılmamıştı. Biz uykuda iken İngilizler bezlerini dokuyorlar, biz ise uyandığımız zaman o bezlerin pazara çıkarıldığını görüyoruz.
Günün birinde bütün masraflar Mr. John’a ait olmak üzere Londra’ya gittik ve gayet mutantan bir otele nazil olduk. Mr John’un oğlu Ernest de bizimle beraber idi. Bu zeki çocuk yanımdan ayrılmaz ikide bir de “Mustafa Efendi, babam sizi çok seviyor, ne olur Protestan olsan da Allah’ın lutfuna, mükafatına mazhar olsan, dünyada Protestanlık kadar kolay bir din yoktur” derdi. Ben de “Protestanlığın ne olduğunu öğrenmeden nasıl din değiştiririm bir kere tahkik edeyim, öğreneyim. Aklım ererse olurum” derdim...
Mustafa Bey İngiltere’ye gelen Müslümanların bu şekilde kandırılmaya çalışıldığını ifade ediyor ve “İşbu misyonerlerden Mr. Nebit ile Lavve yani Lethause namında iki zat Doik Pot ve Playmouth’a devama başlayıp Protestanlığa teşvik etmek üzere rastgeldikleri ve gözlerine kestirdikleri subay ve erleri arkadaşlığa ve adı geçen yerde ihtiyaçları için satın alacakları eşyayı göstermek ve pazarlığını kolaylaştırmak için vasıta olmaya ve güzel gazinolara götürüp ikram etmeye başladılar. Artık asker kendi aralarında bunların kendilerine olan ikramlarını ve yardımlarını ve fasih Türkçe bildiklerini birbirlerine uzun uzadıya anlatmaya başladılar. Ve adeta askere bir hal geldi ki çarşıya çıktıklarında ihtiyaçlarını elde etmek için bunları köşe bucak behemahal aramaya koyuldular.”
Mustafa Bey misyonerlerin, kazanmak istedikleri kişilerle önce yakın bir dostluk ve arkadaşlık içerisine girdiklerini ve bunun neticesi muhataplarına derin bir İngiliz hayranlığı aşıladıklarını ifade ediyor:
“... Mr. Nebit ile bir akşam evinde muhabbet üzereyken onun İslamî ilimlere olan vukufiyeti ve lisanındaki fesahati ile konuşması merakıma mucip olarak bu kadar kemale seyahat ile mi yoksa tahsil ile mi muvaffak olduklarını sual eyledim. İfadesini de şöyle beyan eyledi. Kendisi Londra’nın Misyoner Cemiyeti’nin Şark dilleri profesörü Mösyö Harlet’in mahdumu olup kendi akaid-i diniyelerini tedris zamanının haricinde buna tekellüme medar olarak cümleler okutup yazdırdıktan sonra, bunlarda görmüş oldukları zeka ve iktidarı cemiyetlerince takdir ederek bunu 13 yaşında çocuk olduğu halde 1834 miladi yılında İstanbul İngiltere sefarethanesine gönderildiler. Burada sefarethaneye devam eden Türk katiplerinin nezareti altında okumak ve Türkçe konuşmayı ilerletmek için ismini Tahsin tesmiye edip, sefarethane kavvaslarından Hüseyin Ağa’ya evlad-ı manevî suretiyle teslim edilerek ve bir hayli talimat verilerek evine gönderdiler. Bu minval üzere Tahsin namındaki küçük misyoneri Hüseyin Ağa’nın Tophane’de Karabaş mahallesindeki evine iki sene kadar gündüzleri sefarethaneye geceleri de Hüseyin Ağa’nın evine devam eder. Ve mahalle çocuklarıyla beraber oyun ve arkadaşlık ile sair çocuklardan fark olunmaz derecede lisanını temizledikten ve okuyup yazmayı tahsil ettikten sonra Hüseyin Ağa vasıtasıyla Fatih dersiamlarından Hopalı Ömer Efendi’ye çömezlik etmek ve kendisi gelip almadıktan sonra eve dahi müsaade olunmaması tenbihat-ı akide ile teslim olunup bunun yeme vs. için dahi aylık beş lira verileceğini adı geçen efendiye söylediği anda, hocanın etekleri tutuşup değil çömezlik hoca çocuğa çömezlik edercesine dört sene ihtimam eder...”
“Adı geçen Tahsin Efendi okuduğu derslerde o derece malumat sahibi olmuştu ki ders halkalarındaki talebe arkadaşları bunun suallerinden aciz kaldıkları gibi hocası Ömer Efendi dahi bunun kemaline ve tahsilatında olan maharetine hayran olurdu. Mumaileyh Tahsin Efendi cami dersine geldikte dersin gayri zamanında bir miktar mesnevi görmek üzere Sultan Selim civarında vâki Mesnevihaneye devam eylemesi için hocasından müsaade istihsal ederek kabul için dahi aracılığını niyaz edip, o dahi bunu götürüp Mesnevihanesindeki Zeki Efendi’ye kabul ettirip derse devam ile değil mesnevi Farisi’nin her bir künhünü ve bazı İran uleması mumaileyh Zeki Efendi’ye gelir, Tahsin Efendi’yle muhasebeye tutuşup ve dinî meselelere olan vukufu hasebiyle bunları pabuçsuz kaçırırmış.
Misyoner Tahsin o derece yetişiyor ki Şeyhülislamlık dahi ona lâyık görülüyor.
Yetişen misyonerler faaliyetlerde bulunmak üzere İslam ülkelerine gönderiliyorlar.
Mustafa Bey misyoner Let Hause yani Hayri Bey hakkında şu bilgileri veriyor: “Bu dahi miladi 1843 yılında İngiliz sefarethanesi Türkçe katiplerinden Ferhat Efendi’ye evlâd-ı manevî suretiyle teslim olunup ismini Hayri tesmiye eylemişler. Bu defa 13-14 yaşlarında olduğu halde Aksaray’daki hanesine götürüp, uzun zaman orada mahalle çocuklarıyla düşe kalka ve mahdumuyla mektebe devam ederek 15 ay bu minval üzere devamdan sonra lisanında ecnebi olduğuna dair asla bir eser kalmayıp İslam çocuklarından ayırt edilemez derecede fesahat-ı lisaniyeye kemaliyle vukufiyet peyda ve istihsal-ı malumat eyledikten sonra, Cerrahpaşa medresesinde on-on beş talebeye ders vermekle meşgul Amasyalı Hafız Kadri Efendi’den geceleri İzhar’dan bir ders almaya mübaşeret ederek bir hayli dersini ilerlettikten sonra münferiden Ayasofya dersiamlarından Hacı Zihni Efendi’nin kûşad etmiş olduğu derse devam etmeye başlamıştır”. |