KATOLİK KİLİSESİ NİN TÜRKLER ÜZERİNDEKİ PLANLARI
Papalığın ve onun şahsında Katolik kilisesinin Türkler ve Türk vatanı üzerindeki hesaplarının çarpıcı misallerinden birisi Papalığın PKK ve lideri Öcalan konusunda aldığı tavırdır. Roma’da bulunduğu zaman içerisinde Öcalan’a bizzat kiliseler tarafından sahip çıkıldığı kamuoyuna yansıyan bir hakikattir.
Yeni Mesaj Gazetesinin 23/11/98 tarihli haberinden şunları öğreniyoruz:
“Kardinal Achilli Silvestrini Abdullah Öcalan’a siyasi sığınma hakkı tanınması gerektiğini açıkladı. Vatikan’da Doğu Kiliselerinden sorumlu Kardinal, “Kendi bağımsızlığı ve düşünceleri için mücadele veren herkese siyasi sığınma hakkı tanınmalı” diye konuştu.
Kürt sorununun yalnızca Türkiye ve İtalya arasında bir mesele olarak görülmemesi gerektiğine dikkat çeken Kardinal, sorunun bütün Avrupa’yı ilgilendiren uluslararası bir konu olduğunu vurguladı.
Silvestrini Avrupa’nın dört bir yanından Öcalan’a destek vermek için Roma’ya gelen Kürt sığınmacıların sorununun yalnızca diplomatik bir konuya indirgenemeyeceğini açıkladı.
Diyanet İşleri Başkanı M. Nuri Yılmaz Abdullah Öcalan’ı hiçbir devletin himaye etmemesi gerektiğini söyledi. “Öcalan’ın iadesi konusunda Papa’ya bir mesajınız var mı?” şeklindeki soru üzerine Yılmaz “Otuz bin insanı katletmiş bir caniyi himaye etmek devletin sonu bakımından pek parlak değildir.” dedi.
Milliyet Gazetesinin 26/12/98 tarihli haberinde ise şöyle deniyor:
“Vatikan’ın St. Peter Meydanı’nda yapılan geleneksel Noel ayininde çeşitli diller arasında ilk kez Kürtçe de konuşan Papa II. Jean Paul “Serserave Pirozde” diyerek Kürt halkına da yeni yılınızı tebrik ederim dedi. Ayin nedeniyle Avrupa’nın çeşitli yerlerinden gelen altmış kadar Kürt kadın da Papa’yı ziyaret ederek kendisine bir dosya verdi. Dosyada Kürt sorununun çözümüne ilişkin PKK’nın görüşlerini yansıtan bazı belgelerle Türkiye’nin güneydoğusundaki olaylara ilişkin fotoğrafların yer aldığı öğrenildi. Papa II. Jean Paul Noel konuşmasının bir bölümünde Kürt halkından da söz etti ve “Bütün dünyada özgürlük isteyen insanlar Allah’ın kuludur. Bir tek Allah bizi korumak için yaratılmıştır. Burada bulunan Kürt halkını da selamlıyorum” dedi.
Papa II. Jean Paul, dünyanın çeşitli dillerinden halka hitap ederken Türkçe olarak da yeni yılınızı tebrik ederim dedi. St. Peter Meydanı’nda on binlerce insanın katıldığı Noel ayininde Türkiye’nin Vatikan Büyükelçisi Altan Güven de hazır bulundu”.
3/12/98 Cumhuriyet Gazetesinde, Sn. Aytunç Altındal Öcalan’ın Papa’ya mektubu üzerine bir değerlendirme yaptı. Altındal yazısında:
“Aziz Peder, Hıristiyanlığa çok yakınım. Sizin şahsınıza ve dininize duyduğum saygı benim savaşımın ve düşüncelerimin merkezindedir.”
Bu sözler bölücü terör örgütü PKK’nın başı Abdullah Öcalan’a aittir. Ve Papa II. Jean Paul’e yazdığı mektupta yer almaktadır.[1]
Şimdi sorumuz şudur: PKK ve ayrılıkçı Kürt hareketlerinin kiliselerle ne ilişkisi var?
İlkin şunu belirteyim: Kiliseler 1965’den bu yana Ortadoğu’daki Kürtçülük hareketleriyle ve 1983’den sonra da PKK ile çok yakından ilgilenmekteydiler. Güneydoğu Anadolu’daki ilk gizli ve örgütlü etnik ve dinsel ayırımcılığı esas alan istihbarat faaliyetlerini 1962’de Barış Gönüllüleri adıyla bölgeye gönderilen, çoğunluğu Katolik ve Anglikan kiliselerine kayıtlı Amerikalı uzmanlar başlatmışlardır.
Bunlar üç yıl süreyle bu bölgede yoğun misyonerlik faaliyetlerinde bulundular, bir çok vatandaşımıza din değiştirme telkinleri yaptılar, inanılmaz vaatlerde bulundular ve etnik ve dinsel ayırımcılığı körükleyecek bölgesel inanç farklılıklarını bilgi haline dönüştürerek ABD’deki çeşitli istihbarat birimlerine aktardılar. Bu gönüllülerin hazırladıkları raporların bir kısmı da doğrudan doğruya kiliselere gitti.
1965’te II. Vatikan Konseyi sona erdi ve kararları yayımlandı. Bunların arasında üç kavramın dünya çapında yaygınlaştırılması da vardı. Bu kavramlar “Ekümenizm, Diyalog ve Hoşgörü” idi. Ekümenizm özellikle tüm kiliseleri bir araya getirmeye yönelik bir girişimdi. Bunun sonucu olarak Katolik ve Ortodoks kiliseleri ortak bir yönetmelik hazırladılar ve bir ortak eylem planı yaptılar.[2] Kiliseler daha önce de II. Vatikan Konseyi kararları gereği mevcut “Canon”larında (mer-i hükümler kitabı) Hıristiyanları birleştirici yeni maddeler ihsas etmişlerdir. Katolikler “Code of Canon Law”da 752.maddeyi, Ortodokslar da “Code of Canons of The Easter Churches” adlı paralel kitaplarında 599. maddeyi yeniden düzenlemişlerdir.[3]
Diyalog ve hoşgörü toplantılarını düzenleme faaliyetleri ise daha 1960’da ilk kez gündeme gelmişti ve taraflar Amerika’da kısaca SCOBA diye bilinen[4] daimî bir konferans örgütü kurmuşlardı. İşte bu örgütün yıllar süren çabaları sonucunda dünyadaki “komünist” hareketin gelişme çizgisi de göz önünde tutularak ilk uluslararası diyalog ve hoşgörü toplantıları düzenlenmeye başlandı. Bu karar Lübnan’daki “Balamand” manastırında Temmuz 1993 yılında düzenlenen gizli bir toplantıda alındı ve ilk hoşgörü ve diyalog konferansının sembolik önemi de dikkate alınarak İstanbul’da yapılmasına karar verildi. Fener Patriği Bartholomeus’un girişimiyle bu ilk toplantı kutsal “St. Andrew” günü 30 Kasım 1993’te İstanbul’da yapıldı ve ünlü Boğaziçi Deklarasyonu yayımlandı. Katolik ve Ortodoks kiliselerini birbirlerine bağlayan şahıs Suriye Ortodoks kilisesinin başı Mar Athanasius Yeshue Samuel olmuştu. Bu şahıs ile ondan önceki ruhani Gabrit Abdulsaid bu uğurda çok çalışmışlardır. Mar Athanasius namlı papaz bir Türk düşmanıydı. Suriye’deki Nusayilerle de çok sıkı ilişkiler içindeydi. Nitekim 1989 ve 1991 yıllarında bu kilise iki kez Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne şikayet etti. Kilisenin şikayet mektubunda aynen şöyle yazılmıştı: “Türk Silahlı Kuvvetleri Güneydoğu Anadolu’daki Kürt ve Süryanileri öldürmekte, evlerini yakmakta ve onlara işkence uygulamaktadır. Kürtler ve Süryaniler TSK’nın ve Müslümanların boyunduruğundan kurtarılmalıdırlar.”
İşte PKK ile Vatikan ve diğer kiliseler arasındaki doğrudan bağları bu kilise sağlıyordu. Çok geçmeden Vatikan bu Ortodoks kilisesiyle birlikte PKK’yı savunan yayınlara başladı. Dünyadaki 900 milyon Katolik için yayın yapan radyo, televizyon ve yazılı basında TSK’nın ve Türklerin Kürtleri vahşice yok etmekte oldukları yazılmaya başlandı. Örneğin “The World Catholic Report” Mayıs, Haziran 1995 tarihli yayınlarında tam sekiz sayfa Türkiye’yi iğrenç bir şekilde karalayan yayınlar yaptı ve başta İtalyanlar olmak üzere tüm Hıristiyanlara PKK’ya ve ayrılıkçı Kürt hareketlere destek olmaları çağrısında bulundu. Vatikan daha önce de “La Documantation Catholic” adlı resmi yayın organında tüm Türkiye topraklarının gerçekte Hıristiyan Arap ve Kürtlere ait olduğunu yetkili bir ağızdan, Cezayir Arşöveki Monsenyör Henry Tessier tarafından dile getirilmiştir.[5]
Şimdi yeniden Apo’nun mektubuna dönelim. Apo mektubunda aynen şöyle yazmış Papaya: “Suriye’de bulunduğum sırada Suriye Ortodoks kilisesinin başpiskoposu Yohanna İbrahim Mar Gregorius ile bir çok kez görüştüm. Türkiye’deki rejim sadece Kürtleri değil, Ermenileri, Süryanileri, ve Rumları da imha etmiştir. Ben Kürdistan topraklarında yaşayan Hıristiyan azınlıkları da Türk vahşetinden korumak için savaşıyorum. Beni bu savaşta yalnız bırakmayacağınıza eminim.”
Kiliseler Apo’yu gerçekten de yalnız bırakmadılar. Papalığın Doğu Kiliseleri Birliği Komisyonunun başı Achille Silvestrini, Apo’nun mektubundan iki gün sonra bir açıklama yaparak Vatikan’ın PKK’yı ve onun başını desteklediğini açıkladı. Rusya’da ise Ortodoks kilisesinin en hararetli savunucularından olan bir milletvekili Apo’yu Rusya’ya getirmek ve ona sığınma hakkı tanımak için var gücüyle çalıştı. Üstelik bu milletvekili komünist değildi, tam bir kilise taraftarıydı. Nedir ki, bu milletvekili aynı zamanda gizli bir tarikatın da üyesiydi. Bu Hıristiyan tarikatı yüzlerce yıllık geçmişi olan “Ordre souverain militaire et dynastique des chevaliers de la croix de constantinople”[6]idi. Bu tarikatın başında da, yasal Bizans İmparatoru olduğu, başta Rus, ABD, İtalya, İngiltere ve Fransa mahkemeleri tarafından tevsik edilmiş olan Prens Henry Paleolog vardı. Söz konusu milletvekili 23/6/1997’de St. Petersburg’da bu tarikatın düzenlediği ve imparatorun hazır bulunduğu taç giyme törenine katılmış ve hem Yeltsin’i, hem de Duma’yı temsil etmişti.
İşte bu gizli tarikat da 1970’li yıllardan bu yana özellikle Almanya’da Duisburg, Karlsuruhe ve Berlin’de ayrılıkçı Kürt hareketlerine ve PKK’lılara maddî ve manevî destek veriyordu. El altından dağıtılan bildirilerde aynen şöyle yazılmıştı: “Türkiye’de boyunduruk altında yaşan siz Kürtleri çok yakında bu barbar boyunduruğundan kurtaracağız.”
Sözde Bizans İmparatoru’nun tarikatının üyesi, Duma milletvekili ve Başkan Yeltsin’in bir dönem yardımcısı olan bu milletvekili Bayan Galina Strovoitova idi. Ve Galina Rusya’daki Monarkistlerin başkenti St. Petersburg’da uğradığı hain saldırıda öldürüldü. PKK ve Apo, Rus, Suriye ve Yunan Ortodoks kiliselerindeki çok güçlü bir yandaşlarını kaybettiler. Ama ilginç olan da şudur ki Apo’yu Rusya’ya getirten ve ona bu ülkede kalacağına dair söz vermiş olan 13 milletvekilinin başı olan bu bayan milletvekilinin gücü Apo’yu Rusya’da tutmaya yetmemişti. Kısacası Galina, Apo’ya yapılan vaatleri yerine getiremeden öldü.
Son söz: PKK ve ayrılıkçı Kürt hareketinin arkasındaki destekçilerin başında kiliseler vardır. PKK olayında hiç dikkat edilmeyen bu husus umarım bundan sonra dikkate alınır. Ortadoğu’daki kilise ve İslam harici fraksiyonlar çok uzun zamandır bir ittifak içindeler, benden uyarması”.
[1]: La Republica 23 Kasım 1998, s. 1-3
[2]: The Directory for The Application of Principles and Norms on Ecumenizm, Vatican, Pontifical Council, 1993
[3]: Ayrıntılı bilgi için bkz: Congregation for the doctrine of faithe, profession of faithe and oath of fidelity, jan. 9, 199, 1989, AAS 81, Vatican 1989
[4]: Standing Conference of Canonital Ortodox Bishops of America
[5]: Nr. 2012
[6]: İstanbul Haçı’nın Egemen Askeri ve Hanedansal Tarikatı |