Çıplaklığı bir kültür olarak lanse ettiğinizde gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemiş olursunuz ki; ondan sonraki düğmelerin yanlışlığından şikayet etme hakkınız olmaz.
Bütün çıplaklığıyla konunun altını kalın hatlarla çizelim ve üzerine basa basa vurgulayalım ki; çıplaklık bir kültür değildir. Batı dışı dünyada çıplaklık bir kültür gibi cilalanıp pazarlansa da aslında bütün mesele kültürel çıplaklıktan başka bir şey değildir. Kültür dediğimizde aklımıza müzik, sanat, mimari, edebiyat ve folklor gibi üretilmiş değerler gelir.
Herhangi bir değer katmadan sadece üzerindekileri çıkarmakla bir kültür üretilemez. Değer tanımazlığın bir kültür gibi, bir yaşam biçimi gibi sunulması kadını da erkeği de kendi tahtından indirip alçaklardan daha alçakta bir yere düşürmektir. Her kavramı kendi yerine oturtmadan insanları huzur ve barış içinde bir arada yan yana yaşatma şansınız yoktur. Kadın kendi yerinde erkek kendi yerinde durmalı, bu dengeyi bozarsanız dağılan parçaları bir araya getirmeniz imkansızlaşır. Çıplaklık dediğimizde zihnimizde kadın çıplaklığı canlansa da sadece kadınları ilgilendiren bir mevzu da değildir. Mahremiyet hem kadını hem erkeği ilgilendiren bir olgudur. Erkek için göbekle diz arasını mahrem kabul eden bir ölçüyü hayatımızda uygulamak ve bu noktada hassas olmak hepimizin boynuna asılmış bir sorumluluktur. Kadınların mahremiyete dikkat etmeleri gerektiğini ısrarla vurgulayan pek çok erkeğin kendileri söz konusu olduğunda gevşek davranmaları kendi içinde ciddi bir çelişki olarak önümüzde durmaktadır. Birde bu açıdan bakmakta fayda yok mu sizce de? Bu noktada çeşitli vesilelerle çıplaklığın özendirilmesi de kadını bir anlamda anonimleştirmiyor mu? Milli ve manevi değerlerden kopan kadınların, toplumun ortak malı haline dönüşmesi hem ideal aile yapısını çatlatmakta, hem kadının ve erkeğin psikolojisini olumsuz etkilemektedir. İlk bakışta ortama uyum sağlama adına bir takım gayri ahlaki diye gördüğümüz şeyleri normalleştirmek gerek gibi görünse de işin aslı hiçte öyle değildir. Dinimizin, sosyal yapımızın bize biçtiği bir rol vardır ve biz bu rollere uygun tavır almak durumundayız. Kadını dış etkiler karşısında koruma altına alan, edep ve haya duygusundan başka bir şey değildir. Haya, edep ve namus gibi kavramlar soylu kadınların süsü ve zinetidir. Ruhunu haya elbisesiyle taçlandırmış soylu hanımefendilerin örneğini şu şekilde ifadelendirebiliriz.
Bir gazete kağıdı ve bir mektup örneği bize bu noktada bir fikir verebilir şöyle ki;
Gazete kağıdı herkesin okuması için yazılmıştır ve elden ele dolaşır. Gün sonunda eskir ve yeni gazete çıkınca eskisini okumanın bir anlamı kalmaz. Eski gazetelerse ya ayaklar altında kalır ya kese kağıdı olarak kullanılır. Mektup ise isme yazılmış olduğundan sadece gönderilen adresteki şahsın okumasına müsade edilmiştir. Bir şahsa gönderilmiş bir mektubun başkası tarafından okunması adab-ı muaşerete aykırı kabul edilmiştir. Özetle gazete kağıdı umuma açık olup herkesin okumasında herhangi bir sakınca yoktur, mektup ise şahsa tahsis edilmiştir ve başkalarının okuması asla hoş karşılanmamıştır. Haya elbisesini giymiş hanım efendilerin her zaman en değerli mektuplar gibi en özel olacağını, aksi halde gazete kağıdı gibi elden ele ve gözden göze dolaşan kadınlarınsa ayaklar altında gezmekten şikayet etme haklarının olmadığı yoruma mahal bırakmayacak şekilde ortadadır.
Bize göre kadınların haya ve namusu hayatlarının önemli bir yerine oturtmaları bir mecburiyettir. Bunu da erkek kıskançlığını tatmin etmiş olmak için söylemiş değiliz. Bilakis kendine saygısı olan her kadının bu ölçülere dikkat edeceğinden ve dikkat etmesi gerektiğinden kesinlikle hiç bir şüphemiz yoktur. Kendine saygısı olmayan hiç kimseye de zorla bir yaşam biçimi dayatmak gibi bir hak ve sorumluluğumuz da yok. Haya ölçüleri insanın önce kendi içinde olacak bir hassasiyettir.
Mahalle baskıları kurarak kimseye haya duygusu monte etme şansımız olmadığı gibi, başkalarının da, kendi değer yargılarını muhafaza etmek isteyen insanlara da kendilerine benzemeleri noktasında psikolojik baskı kurmak gibi bir hakkı da yoktur değil mi? Bize düşen de kendi doğrularımızı yoruma mahal bırakmayacak şekilde insanların önüne sunmaktır.
Bu noktada yapılacak tek şey bilinçlenme çalışmalarına hız vermektir.
Elinde imkan olan herkes bu sorumluluğun altına girmiştir. Müslüman olarak bizim hedef kitlemiz hem ümmet-i icabet hem de ümmet-i davettir.
Böyle gelmiş olsa da bu böyle gitmeyecektir. Hiçbir koyunu kendi bacağından astırmayacağız.
Unutmayalım ki, gözden çıkaracak hiç kimsemiz yoktur. Her konuda olduğu gibi çıplaklık konusunda da, işin gerçeğini konuşmak isteyenleri marjinalleştiren bir hava hakim bu ülkede.
Hiç kimse kusura bakmasın biz doğru bildiğimiz her şeyi çatır çatır söyleyeceğiz. Lafımızın battığı yerlerde cerahat varsa bu bizim suçumuz değildir.
Umut Bulut / haber@anadolugenclik.com.tr |