Ehlullah: “Allah’ın nezdindeki yerimizi öğrenmek istiyorsak, Allah’ın nezdimizdeki yerine bakmalıyız” der.
Aşağıdaki kıssaya bir bakalım:
Tekkede, Hakk’a yol arayan bir derviş, elinde tespih Allah’ı zikretmektedir... “Ya Rahman, Ya Allah... Ya Rahman, Ya Allah... Ya Rahman, Ya Allah...” Böylece gönül fezasında derinleşirken, topal şeytan, kör nefis araya girer... Dervişin canı “nar” çekmeye başlar... “Nar” ki Arapça’da “Rumman” demektir. Ne etse bir türlü “Nar’ı, Rumman’ı” aklından çıkaramaz... Dilinde Rahman, kalbinde Rumman... Rahatsız olur derviş; “Bari” der, “Çarşıya gidip bir nar yiyeyim. Şu kör nefsi susturayım da sonra gelip Rabbimi, Rahman’ımı hem dilimle hem kalbimle anayım.” Bu iyi niyetle tekkeden çıkar, çarşıya yönelir. Yönelir ki, iki adım atmadan arkadan gelen biri: “Ohhh! Elhamdülillah!” sesiyle olduğu yerde kalır. Çünkü hayatında hiç bu kadar derinden, hiç bu kadar samimi bir “hamd” işitmemiştir. Döner, bakar... Gördüğü ise şok eder dervişi. O derin hamdin sahibi, yerde acılar içinde kıvranan, her tarafı cüzzamla paramparça olmuş, görüntüsüyle perişan, adeta bir insan enkazıdır. Derviş, cüzzamlının yanına varıp, hayretle sorar: “Kardeşim” der, “Herbirimiz hangi halde olursak olalım Allah’a hamdetmeliyiz, doğru... Ama, Allah için bana söyler misin? Şu perişan halinle seni bu kadar gönülden Alah’a hamd ettiren sebep nedir ki?” Toprağa bulanık, cüzzamlı, fakat Hak dostu olan kişi, cevap verir: “Evet, yaralıyım, hastayım, perişanım ama bir kere daha Allah’a hamdolsun ki hayatımda hiçbir zaman “Rumman” arzusuyla da Rahmanı terk etmiş değilim.”
Allah’ı seven odur ki hiçbir durumda Allah’ı ve Allah’ın rızasını aramayı başka birşeyle değiştirmez... Peki Allah’ı hiç hatırına getirmeden yaşamaya çalışanlar, O’nun emirlerini hiçe sayıp kendine göre uygun gördüğünü yapanlar, yarını ahiret olan dünyasını kurtarma uğruna sonsuz bir hayatını karartanlar... Yolundan gittiklerimiz bize ufukta neyi gösteriyor? Sonsuzluk yurdu olan ahireti mi? Yoksa dünyeviliği mi? Değerimiz mi var fiyatımız mı? Yüzümüzü nereye çevirdik? Allah resulünün yoludan mı gidiyoruz yoksa başkalarının mı?
Dünyevilik belası, dünyaya tamah bizi zillet uçurumlarına yuvarladı. Allah’a mı kuluz yoksa dünyalıklara mı? Allah’ı mı istiyoruz, yoksa dünyayı mı?
Hz. Mevlana şöyle der:
“Küll’e aşık olanlar cüz’e itibar etmez. Cüz’e meyleden küllün müştakı değildir...” “Köpeğe eşeğin kemiği layıktır.”
“Halka nisbetle leş, pek tiksindiricidir ama köpek ve domuz için lezzetlidir.”
“Bir akıl velilerden kaçarsa o, hayvanlar mertebesine geçer.”
“Hak erlerini tanıyamayan şüphesiz Allah yolundan uzaklaşır.”
“İnsan şeklinde nice şeytanlar vardır. Onun için dikkat et, her ele yapışma.”
“Hak için olmayan herşey hiç olur.”
“Hak’tan gayrı olan herşey, tatlı bal bile olsa yılan zehridir.”
Yokluğumuzdan bile haberimiz yokken bizi vareden ve sayısız nimetler verene mi secde ediyoruz yoksa hayatımızı, namaz vakitlerini başka şeylere mi tahsis ediyoruz? Ne uğruna yaşıyoruz?
Bir imtihan dünyası olan şu dünyada elekten eleğe geçerken, daha eleğe atılmadan yere düşen odun mu olduk yoksa?
İmam Şafi:
"Kimin düşüncesi, arzusu, maksadı yemek içmek (dünya) ise; kıymeti, bağırsaklarından çıkardığı kazurat kadardır" der. |
|
|
|