Bir zamanlar Anadolumuzda evliyalar ne kadar da çoktu. Sapmış kitlelerin amaçlarını amacımız yapana kadar. Ne oldu peki. Nasılda değerlerimizden vazgeçiverdik. Gerçek ilim yuvalarını nasıl da kapatıverdik. Bu kadar kolaymıydı?
Tek dişi kalmış canavar için mi verildi bize bu hayat, bu can, bu kainat. Bu muydu herşey yani? Yüreğimiz ne de küçülmüş. Aklımız buluğa bile ermemiş. Ruhumuz çoktan ölmüş gitmiş. Çağdaşlık denilen şey bize yeter olmuş.
Neyse ki mutsuzuz. Hastanın hastalığa tepkisi sürüyor hiç olmazsa. Demek ki Allah aşkı olmadan yaşanacak bir hayatı kanıksayamıyoruz ve tepki veriyoruz. Bize yol olarak neler gösterildi böyle? Ya sıratı müstakim? Asıl yolumuz değil miydi bizim? Hak ve hakikatlere karşı bu duyarsızlığın sonu nereye varır? Biz dünya bineğine binerken o bize biner oldu. Biz nefsimize binerken o bize biner oldu. İyi mi oldu yani. Dünyaya aşk ile bağlandık kaldık. Hak yolunun düşmanlarına karşı neler yapıyoruz söyler misiniz?
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyorlar : “Dünya bir leştir ve onu talep edenler de köpeklerdir.”
Hz. Mevlana şöyle der: “Halka nispetle leş, pek tiksindiricidir ama köpek ve domuz için lezzetlidir.” “Hak yolunun düşmanını hor ve zelil kıl.”
“Aşkı, arslan, ayı ve kurt bile idrak ederken ondan perhiz eden kişi, köpekten de aşağıdır. Aşk damarı, köpeği bile heyecanlandırmasaydı Ashab-ı Kehf’in köpeğinde kalp vecdi ne gezerdi.” “Onlara yumuşaklıkla binlerce öğüt versen de taş gönülleri bundan faydalanmaz. Kötü yaraya kötü merhem ilaçtır. Zira köpeğe eşeğin kemiği layıktır. Pis şeyler pis olanlar içindir. Çirkin çirkinle sırdaş ve dost olur.” “Bu ölü cihanın zevki ve şerefi yoktur. Zira bu ot, ancak hayvanlara layıktır.” Bir yaratanın var olduğunu bilmek insanoğluna yeter mi? Cahiliye devrinde de bu zaten vardı. Yoksa Darvinciler gibi “benim babam zaten hayvandı” diyenler mi var?
Aşağıdaki ayete bir bakalım: Zuhruf:9. “Ey Muhammed! Andolsun ki onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, “Onları güçlü olan, her şeyi bilen yaratmıştır” derler.” Ehlullah bu ayeti şöyle tefsir eder: ““ Bu adamlar bunu da itiraf ediyorlar. Her dönemde azîz, alîm olan Allah’ın farkındadırlar. Allah’ın azîz, alîm, güç, kuvvet, izzet sahibi olduğunu ve varlıkların kendisi tarafından yaratılmış olduğunu, yaratıkların yaratılışı konusunda kimsenin O’na ortak olmadığını biliyorlar. Kendisiyle baş edilemeyecek olduğunu, tüm varlıklar üzerinde kâhir olduğunu, göklerin ve yerin, göktekilerin ve yerdekilerin yaratıcısı olduğunu biliyorlar ve itiraf ediyorlar, ama böyle bildikleri, tanıdıkları Allah’ı kendi hayatlarına karıştırmak istemiyorlardı. Göklerin ve yerin yaratıcısı olarak kabul ettikleri Allah’ın hayatlarına karışmasını reddediyorlardı. Allah’ın göklerdeki hâkimiyetini kabul ediyorlardı ama yeryüzündeki hâkimiyetini reddediyorlardı. “Tamam, Allah yücedir, Allah büyüktür, gökleri ve yeri, göklerdekileri ve yerdekilerin tümünü yaratan O’dur ama bu Allah yerinde dursun, bizim hayatımıza karışmasın,” diyorlardı. “Bize arzularını bildirmesin bu Allah. Çünkü o zaman O’nun arzularını yerine getirsek olmaz, getirmesek olmaz. En iyisi mi, gökler, yıldızlar, arş, kürsi O’nun olsun ama bizim hayatımıza karışmasın. Göklerin, yerin yaratıcısı, yağmurun yağdırıcısı, rüzgarların sahibi olarak Allah’ı kabul ediyoruz ama, böyle büyük işlerin yanında böyle ufak tefek işlere Allah’ın vakti olmadığı için bu işler bize bırakılmıştır,” diyorlardı.
“Ya Rabbi, bizim ilim adamlarımız var, ilmî işlerimizi biz onlarla halledeceğiz, Senin de bilgin vardır ama neyse işte, devir değişti, şimdi bizim bilim adamlarımız bu işleri daha iyi hallediyorlar. Bizim kılık-kıyafet, hukuk, siyaset tanrılarımız var; bizim hayatımızı düzenleyecek pek çok tanrımız var. Hayatımızın o bölümlerine seni asla karıştırmayız,” diyorlardı.
Allah korusun, işte bu şirktir. Göklerin ve yerin yaratıcısı olarak Allah’ı kabul edip, yeryüzünün idaresi konusunda O’nun ulûhiyet ve rubûbiyetini reddetmek şirktir.
Yaratıcı olarak O’nu kabul edip yarattıklarına hükmedici, yasa belirleyici, hayat programı vaz edici olarak reddetmek şirktir. Göklerde O’nun egemenliğini kabul edip yerde hâkimiyetini reddetmek şirktir. Eğer ölümde söz sahibi Allah, düğünde söz sahibi toplumsa, bu tümüyle Allah’ı inkâr değildir.
Eğer namaz konusunda söz sahibi Allah ama hukukta söz sahibi başkalarıysa, oruç konusunda söz sahibi Allah, ama eğitimde, siyasal yapılanmada, ekonomik düzenlemelerde söz sahibi başkalarıysa, bu tümüyle Allah’ı inkâr değildir ama şirktir. Yâni düğünde toplumun, ya da hukukta Allah’tan başka birilerinin hakim oluşu veya hayatın bazı birimlerinde Allah’tan başkalarının söz sahibi oluşu, başkalarının Allah oluşu mânâsına gelmemektedir. Ancak Allah’ın bir sıfatı bölünüp parçalanıp bir başkalarına verilmesidir ki, işte bu şirktir. İnsanlar, şu şu konularda Allah hayatımızda söz sahibi değildir. Bu konularda toplum, şu konularda moda, şu konularda devlet, şu konularda çevre söz sahibidir diye düşünmeye ve kabul etmeye başladı mı, artık onun hayatında şirk başlamış demektir.
Dünün müşrikleri Allah’a inanıyorlardı ama O’nun hayata karışmasını reddediyorlardı. Müşrikler de, “göklerin ve yerlerin sahibi Allah’tır, Allah’ı sever sayarız, gökleri ve yerleri O’na verelim ama Allah bizim hayatımıza karışamaz,” diyerek Allah’a şirk koştular. Kendi hayatlarına Allah’tan başka karışacak Rabbler bularak Allah’a şirk koştular. Dediler ki, “Allah bizim hayatımıza karışmaz, karışamaz. Çünkü bizim pis, dalavereli, basit, karanlık, mafya işlerimiz var. Ekonomik işlerimizde, meslek hayatımızda ne yapacağımız belli olmaz, siyasî işlerimizde nasıl dalavereler yapacağımız belli olmaz. İçimizde kimi güçlüler var, hukuk işlerimizde biz onlara garibanlardan farklı hak tanımak zorundayız. İçimizde dokunulmazlar, siyasîler, Azîzler, imtiyazlılar, para babaları var; onlara ayrıca hak tanımak zorundayız. İçimizde güçlüler, egemenlik sahipleri var, onlara mallarımızdan belli bir hisse ayırmak zorundayız. İçimizde etkili, yetkili kimseler var; bizler zaman zaman onlara da dua yapmak, dualarımıza onları da karıştırmak, onlara da sığınmak, onlardan da yardım istemek zorundayız. Yâni bizim böyle pis işlerimiz, kirli işlerimiz var. “Ya Rabbi sen yücesin, seni böyle pis işlere karıştırmak istemiyoruz. Sen göklerinle, diğer varlıklarınla ilgilen, yerinde dur, bizim işimize karışma! Bizi kendi halimize bırak da ne halimiz varsa görelim,” diyerek Allah’a şirk koştular. Bugün de müşrikler böyle diyorlar.
“Efendim, Allah büyüktür, Allah yücedir, din mukaddes bir kurumdur ama dini siyasete alet etmemek lazımdır. Dini hayata karıştırmamak lazımdır. Din bir vicdan işidir. Dinin hayatta etkinliği olmamalıdır, işlerimizi dine dayandıramayız. Bizler kendi hayatımızı kendimiz belirlemeliyiz. Yasalarımızı kendimiz yapmalıyız. İşte bugün bizim hayatımızı belirleyecek uzmanlarımız, büyüklerimiz, düşünürlerimiz, siyasîlerimiz vardır. Yâni tüm bu konularda Allah’ın ortakları vardır,” diyorlar. Bütün bunlar Allah’ın yarattığı varlıklardır ama işte bu konuda bize yetkiler vermiş, kendisinin işleri çok yoğun olduğundan dolayı bizim siyasal, ekonomik, beşerî, sosyal işlerimizi bize bırakmıştır. İşte biz de bu işlerimizi kendi tanrılarımıza döndüreceğiz,” diyerek Allahu Teâlâ’ya ortaklar bulmaya çalışıyorlar. Yani yaratıcı olarak kabul ettikleri Allah’ı hayatlarına karışıcı olarak kabule yanaşmıyorlar.
Yaratıcı olarak, Azîz ve Hakîm olarak Allah var ama yönetici olarak, hayata program yapıcı olarak yok. Büyüktür, azîzdir, hakîmdir, severiz, sayarız ama olduğu yerde dursun, bizim hayatımıza karışmasın, dilediğimiz gibi bir hayat yaşayalım diyorlar.
Halbuki bu beyinsizler hiç düşünmüyorlar ki şu anda yaşadıkları hayatı kendilerine bu yapay tanrıları, bu Allah’a şirk koştukları aciz varlıklar vermemiştir.
Şirk koşmanın affedilmediğini bu necip millet unutmadı değil mi? |